İtalya’ya adım attıktan sonra Avrupa’nın başladığını daha da net olarak hissedebiliyorsunuz. Türkiye ve Yunanistan coğrafyası hemen hemen aynı ve bir önceki yazımda da belirttiğim gibi dil dışında aslında iki ülke arasında çok fazla da bir fark yok fakat İtalya’ya indikten sonra net olarak görebiliyorsunuz ki İtalya her anlamda farklı bir ülke. İklim olarak bilindiği gibi Akdeniz iklimi var ve hava da aşırı derecede bizi boğuyor. Fakat şehrin güzelliği ilk anda kendini fark ettiriyor. Küçük bir liman şehri olan Bari İtalya’nın hemen her yeri gibi tarih kokuyor. Bu şehrin özelliği sokakların çok dar olması ve sokaklarda kaybolduğunuz zaman her köşe başında farklı bir manzara ile karşılaşabiliyorsunuz. Evlerin önünde renkli saksılarda yetiştirilen farklı renkteki çiçekler insanın ruhuna aydınlık veriyor ve daha renkli bir dünyaya açıldığınızı hissediyorsunuz. Renkli saksıların yanı sıra da çeşitli renklerdeki ev panjurları da şehre ayrı bir hava katıyor, insanların emekli olduktan sonra yaşamayı hayal ettiği sahil kentinin tam olarak burası olduğunu düşünüyorum evler gördükçe.
Sahil boyundan yürüdükten bir süre sonra kiliseye ulaşıyoruz. Kilisenin önünde tesadüf olarak bir düğün tören var. Kilisenin içine girdikten sonra da yeni doğmuş bir bebeğin papazlar tarafından günah çıkarma işlemine şahit oluyoruz. İklimin insanlar üzerinde etkisinin olduğu düşünüldüğünde de net olarak bu durumun İtalyanlara yansıdığını görüyoruz. Sahil kenti, sıcak kanlı rahat insanlar. Dar sokaklarda gezerken gördüğümüz yerli insanlara selam veriyoruz biz gayet sıcak karşılıyorlar. Sokak aralarında hediyelik eşya, market, meyve satan dükkanları sıkça görebilirsiniz. Yaklaşık bir 5 saatlik dolaşmanın ardından tarih kokan şehir Roma’ya doğru harekete geçiyoruz.
Roma şehrinin adını duymak bile insana heyecan veriyor. İtalyancada “Roma” tersten okunduğunda “Amor” oluyor bu da bu dilde “Aşk” anlamına geliyor, yan Roma’ya aşıklar şehri denmesinin bir sebebi de bu, bilgiyi öğrenmemiz bile bizi yeterince heyecanlandırmaya yetiyor. En sonunda Roma trafik levhasıyla şehre giriyoruz. Şehir tarih kokusuyla biz karşılıyor. Atmosfer yaşadıkça aklımıza İstanbul geliyor, her hal ile tarih kokan bir şehir, birisi İstanbul birisi Roma. Bakalım Roma da İstanbul gibi biz kendine aşık edebilecek mi? Otelimize yerleştikten sonra karnımızı doyurmak için yemek için dışarı çıktık ve tabi ki de yiyeceğimiz yemek İtalya’da olduğumuz için Pizza olacak. Daha önce yaptığımız araştırmalara göre bir restorana gidiyoruz. Pizzalarımız geliyor, İtalyan pizzası hemen kendin belli ediyor tabi ki; hamuru aşırı derecede ince üzerinde çok fazla peynir ve mantar var tabi ki etli ve salamlı olanlar da var fakat domuz et olduğundan sadece mantarlı, balıklı ve peynirli pizza tercih ediyoruz.
Tam yemeğimiz yerken gözümüzün önünde de ilginç bir olaya şahitlik ediyoruz. İtalyan erkeklerinin ünü sanırım dünyanın her yerinde duyulmuştur, yan masamızda 30lu yaşlarda bir bayan oturuyor garsonumuz da 35li yaşlarda, bayan ile bir süre sohbet edip siparişlerin getirdikten sonra bayana bir gül getiriyor ve bayan da kabul ediyor. Garsonumuz diğer müşterilerle ilgilendikten sonra bayanın masasına gidip telefonunu uzatıyor ve numarasını alıyor, aradan iki dakika geçtikten sonra masadaki bayanın diğer bayan arkadaşları geliyor ve gülüşüp sohbetlerine devam ediyorlar. Durumu Türkiye ile karşılaştırdığımız zaman çok fazla fark olduğunu anlayabiliyoruz, böylesi bir olay Türkiye’de olsa sonuç çok farklı olurdu sanırım Çok fazla yorgun olmamıza rağmen hemen uyumaya gitmiyoruz ve şehri keşfe çıkıyoruz. Roma’nın da simgesi ve en önemli tarh yapılarından bir tanesi olan Colleseum binasına gidiyoruz. Colleseum şimdiye kadar fotoğraflarda gördüğümüzden çok daha devasa gözüküyor gözümüze. Burada birkaç fotoğraf çekip yolumuza devam ediyoruz. Gece geç saatler olmasına rağmen sokaklar dopdolu. Her köşe başını geçtikçe aklımızı başımızdan alan tarihi eserler görüyoruz. O kadar yıl geçmiş üzerinden ve bu tarihi eserlerin bir dokusuna bile dokunulmamış, insan buna gerçekten şaşırıyor, kendi ülkemizdeki durum ile karşılaştırdığımızda gerçekten ülkemizdeki tarh eserlerin durumuna üzülmemek elde değil. Roma’da her adım attığınız yer tarh eser, adeta bir açık hava müzesi gibi, yorucu günün ardından otelimize gelip ertesi gün Roma’nın bilinmeyenlerini öğrenmek için iyi bir uykuya dalıyoruz..